Sessizlik çökmüştü tüm şehrin üzerine. Pürüzsüz bir sessizlikti bu. Sanki tüm şehir ortadan kaybolmuştu. Sanki herkes bir anda yok olmuştu dünya üzerinden. Pürüzsüz sessizlik bir anda kalın bir sesle bozuldu, bir haykırışla. O haykırışta ağza alınınca ürperilen, buz gibi soğuk kelimeler vardı; “Rassenia Dorienna!”. Kimi bu sözcükleri söylerken zevk alır; kimi ise söylenirken korkudan bayılırdı. Şimdi siyah gecenin sessizliğini bozan o sesten sonra gecenin siyahlığı da bozulmuştu mor bir ışıkla. Şehrin tam ortasında bir ışık çıkmıştı ortaya, hızla ilerleyen ve ölümcül…
Işık; uzun boylu, ince, yaklaşık yirmi yaşındaki bir adamı parçalayıp geçti. Sıkkın görünen adam o anda gözlerini yumdu. Sanki ömründen geçen her günü hatırlıyordu. Sarı saçları yüzüne doğru inerken adam yıkılıyor, bir başka adam ise sevinç kahkahaları atıyordu. Akuda’nın gözlerinde tüm ömrü bir saniyede akıyordu. Güçlerini öğrendiği ilk günden bu zamana kadar her an. Ama ondan öncesi yoktu. Sanki oraları sisli bir denizde suya düşüp boğulmuştu. Akuda’nın her geçen an cansızlaşan gözlerinden akan bir damla yaşta anlaşılıyordu her şey. Amcasının ihanetini öğrendiği gün yıkılışı, özel bir tekniğe sahip olduğunu öğrendiğindeki sevinci, arkadaşları Zeusai ve Lilu ile geçirdiği her an. Ama hatırlamadığı yer sadece üç yaşına kadar olan zamandı. Anne ve babasının ölümü, Zeusai’nin ailesinin yanına verilişi, Zeusai ile ilk oyuncak kavgası… Bunlar yoktu o bir damla yaşta. Belki de en değerli anlar onlardı kalbinde ve çıkmamıştı dışarı. Anladı ki o anda tüm şehir gerçekler insanın kalbinden çıkarılamaz, öldürülse bile…
Kahkaha devam ederken Arkadan turuncu saçlı bir çocuk geldi koşarak. Sonra Akuda’yı yerde görünce hemen eğildi ve nabzına baktı. Nabzı atmıyordu Akuda’nın. Vücudu buz gibiydi. Zeusai o anda sinirden çıldırdı ve bir teknik yaptı. Elleri titreyerek yapıyordu tekniğini. En sonunda başparmağını ısırarak kanattı ve yerde yatan uzun cansız bedene sürdü. Sonrada “Kılıç seli!” diye haykırdı gülen iri adama doğru. Adam korku içinde kendisine doğru gelen yüz bir kılıçtan kaçmak için elini şıklattı ama o sırada tüm kılıçlar onun içinden geçtiler. Şehir artık eski sessizliğine sahipti yine. Soğuk rüzgârlı, yüksek binalarla dolu şehir artık sessizliğini hiçbir şeyin bozmasına izin vermeden öylece düşmüştü sanki. Apartmanların camlarından tek tek ışıklar süzülmeye başlamıştı şehrin ortasına doğru…
Bir iki gün geçmişti. Akuda gömülmüştü ve mezar taşında “İnsanı öldürseler bile gerçek hislerini kalplerinden çıkartamazlar” yazıyordu.